https://www.haytap.org/tr/sizlere-hesap-soruyorum-eski-politikac
Sizlere Hesap Soruyorum Eski Politikacılar...
Bu yazı 5 Ocak 2005 tarihinde Cumhuriyet Gazetesinin 2. sayfasında yayınlanmıştır.
Sizlere Hesap Soruyorum Eski Politikacılar... Ne uluslararası bilimde yerimiz var, ne bir yerleşik imar planımız, ne temiz çevremiz, ne toplu ulaşım sistemlerimiz, ne insan hakkı, ne hayvan hakkı. Ne doğru düzgün siyasal politikalarımız, ne eğitim, ne hukuk, ne sağlık, ne sosyal güvenlik sistemimiz...Ahmet Kemal ŞENPOLAT Genç bir hukukçu, bir Anadolu insanı
Sizlere açık açık hesap soruyorum sayın politikacılar: Bu satırları kaleme alan kişi, henüz 27 yaşında genç bir hukukçu. Yani nerdeyse sizin yaşınızın üçte biri kadar dünya yüzü görmüş ancak dedesi de dahil sizden başka farklı bir politik zihniyet tanıyıp görmemiş genç bir TC vatandaşı.
Ancak on yıllardan beri yönetmeye çalıştığınız Anadolu toprakları üzerinde boy atan genç Cumhuriyetimizin dünya üzerinde bulunduğu yer maalesef içler acısı olup; kukla ülke durumundaki diğer üçüncü dünya ülkelerinden hiçbir farkı kalmamış durumda. (En azından bunun farkında mısınız?) Halbuki 1950’lerde devraldığınız ya da kendinize miras olarak kaldığını düşündüğünüz memleket, 1930’lardaki özgünlüğünün, saygınlığının, müspet bilime ve sanata olan açlığının 1990’larla kıyaslanamayacak olduğunun farkına varmış olmanız gerekirdi... Sizler, 1960’ların politikacıları, sırf bir arabesk dünya kurmak uğruna popülist politikalarla nelerimizi kaybettirdiniz bizlere nelerimizi... Büyük devletlerin donanmaları hâlâ Çanakkale’den geçip Dolmabahçe önüne demirlerken, Akdeniz ve Ege sahillerimiz yabancı tatil köylerine peşkeş çekilirken, vatanın stratejik yerlerinde Amerikan üsleri cirit atarken, Kocatepe’nin yanında uluslararası petrol bayileri konuşlanmışken; bazen düşünüyorum da Ulusal Kurtuluş Savaşımız ve Çanakkale Savaşı palavradan yapılan bir savaş mıydı? O kadar genç, heyecanlı ve idealist subay, emperyalizme karşı boşu boşuna mı öldü?
Ne uluslararası bilimde yerimiz var, ne bir yerleşik imar planımız, ne temiz çevremiz, ne toplu ulaşım sistemlerimiz, ne insan hakkı, ne hayvan hakkı. Ne doğru düzgün siyasal politikalarımız, ne eğitim, ne hukuk, ne sağlık, ne sosyal güvenlik sistemimiz... Son 40 yılda sahip olduğumuz en çok şey hacılar, hocalar, bacılar, falcılar, cinciler, tarikatlar, şeyhler, mollalar, tekkeler, türbeler, din bezirgânları, meczuplar, bir köyünde 4-5 cami olan yerler, dalkavuklar ve medyumlar... Her şey, hayal ettiğiniz dar çevreli arabesk düzeniniz üzerine kurulmuş. Bazen merak ediyorum; küçüklüğünüzde yaşamış olduğunuz zor yaşam koşulları, çocuklarınızın olmayışı, doğaya ve insana âşık olmayışınız, genç yaşlarda Mozart dinleyememeniz yaşamdan intikam almanıza mı neden oluyor?
Bazen de içinizdeki derin ihtiras yüzünden sırf bir yerlere gelmek uğruna yaptığınıza inanıyorum verdiğiniz bu ödünleri, beraberindeki mücadeleyi ve bu yüzden bir ülkenin yazgısıyla oynamanızı. Çünkü genç bir Atatürkçü olarak size soruyorum: ’’1960’lı yıllarda 40 yıl sonrasının özlediğiniz Türkiyesi’ni aynen bugün gördüğünüz gibi mi özlemiştiniz?’’ . Buna inanmak istemiyorum. Ama yaptıklarınız da ortada... Hatta zihniyetinizin bir fotoğrafı. Ta 40 yıl öncesinden, bugünkü sokaklarımızda yobaz mollaların gezdiği, kuru kafatasçılığı yapan zihniyetli bürokratların çalıştığı, Boğaz Köprüsü süslemeli salt araç taşıyıp insanların verimli saatlerini trafik sıkışıklığında harcayan minibüs kültürlü çevre yolları, ödeneksiz hastanelerinde uykusuz çalışan doktorları, 200 milyon lira maaşa talim eden öğretmenleri, cep telefonu ve dolarla ilkokula giden öğrencileri, genelev, tarikat liderleri ve mafya patronlarından kiralanıp derme çatma adliyeleri olan bir memleket mi düşlemiştiniz 1960’larda? Öyle düşlediyseniz, ben kendi kuşağımız adına (hâlâ zorla vereceğinizi tahmin ettiğim bu emanetinizden) hiç de memnun olmadığımı belirtmek istiyorum. Hele bundan da çok büyük bir makamlar adı altında bulunmanızdan dolayı da hiç korkmuyorum. 200 yıl sonra bile Fransız İhtilali’nin kahramanlarından hesap sorulabiliyorsa, ben de size içimdeki o Akdeniz ruhuyla ama Anadolu’nun ezilmişliği ile haykırıyorum: Sizler bize borçlusunuz!.. Sizler bu ülkenin geçmişini, bugününü ve maalesef geleceğini de büyük uluslararası güçlere hiçbir sorun olmadan verdiniz, onların en yakın dostları olmaktan gurur duydunuz ve bunun için de hâlâ canınızı dişinize takıyorsunuz. Hatta geleceğimizi bile ipotek altına almaktan çekinmediniz, çekinmiyorsunuz. Ne yapacaksınız bu kadar şanı, şöhreti, parayı, makamı?.. Yabancı tekellere ve yerel mafyalara peşkeş çektiniz, en kâr yapan kurumlarını, en güzel beldelerini, zekâ düzeyi 50 bile olmayan insanlara açtınız açılmayacak kapıları...
Okumuş-okutulmuş...
Gerçekçi olmak gerekirse, artık bu dakikadan sonra her şey çok zor. Globalleşme uğruna öyle bir kuşak yetişti ki, ya emperyalist güçlerin kucağında kendini özgür sanan ama köle olarak yaşayan depolitize olmuş bir gençlik ya da idealleri yok olunca hidayete ermeye çalışıp zemzem suyuyla yıkanan ümmet-ül yobaz... İstedikleriniz oldu, büyük güçler, yıllar sonra dediklerini yaptırdılar ve Anadolu onların her istediğini yapan ama insanları vizesiz dışarı çıkamayan adeta bir açık hava hapishanesi oldu. Okumuş değil okutulmuş bir toplum yarattınız. Kutluyorum sizlerin kuşağını. Bizim işimiz ise o kadar ama o kadar zor ki, bu yüzden hâlâ boş bir umutla mert bir yürekle çıkıp açık açık hesap vermenizi bekliyorum.
Sırf devletin üst kurumlarında başbakan olmak için açtırdığınız imam hatip liseleri, Köy Enstitülerinin kapatılmalarına verdiğiniz onay, kültür kurumlarının ödeneklerini kesme politikaları. YÖK çıktığı zaman ses çıkarmayıp üniversiteleri yüksek lise yapma girişimi, Adnan Menderes zamanında başlatılan sırf karayolu sistemi üzerine kurulu petrole bağlı ulaşım sistemi geliştirmenizi ve son bir umut olan Susurluk’taki suskunluğunuzu siz ve sizlerin kuşağından gelen hiçbir ’’milletvekilini’’ affetmiyorum; tersine 40 yıl önce özlediğiniz, hayallerini kurduğunuz memleketi böyle düşlediğinizi, böyle bir devlet için uğraştığınızı ve çabalayıp didindiğinizi kabul ediyorum.
Yıllarca siz delegelerinizi (adamlarınızı), onlar ise sizi seçti. Hiçbir an için olsun ’’Şu koltukları gençlere bırakayım, biz yapamıyoruz, genç kuşaklar yapsın, artık yeter, bizlerden bu kadar’’ diye içinizden geçirdiğiniz olmadı mı?
Deniz Gezmiş’ ler gibi gerçek vatanseverlerin asılması için kaldırdığınız elleri, gösterdiğiniz çabaları, Köy Enstitüleri kapatılırkenki sükûtunuzu, oradan oraya koşup imam hatip liseleri açarkenki oy toplama heyecanınızı, Uğur Mumcu ’lar, Muammer Aksoy ’lar, Aziz Nesin ’ler, Abdi İpekçi ’ler, Bahriye Üçok ’lar, Kışlalı ’lar, genç Mustafa Kemal’ler mücadele verirken tüm olan bitenlere gözlerinizi kapamanızı, tarikatçı, Nurcu ya da Nakşibendilerin üniversiteleri, devlet dairelerini ve buraların kilit noktalarını ele geçirirken hiçbir şey olmamış gibi bilmem kimin sünnet, nikâh töreninde bu devletin paradan vazgeçtim harcadığınız zamanını sizden geri istiyorum.
Bir türlü aklım ermiyor; siz nasıl oluyor da devletin başka sanki hiç önemli işi yokmuş gibi devletin özel uçağıyla kalkıp oraya buraya sırf bir işadamının gökdelenine temel atmak için geliyorsunuz ve geri dönüyorsunuz? Bu insanlar size ulaşıp nasıl böyle bir şey için randevu talep edebiliyorlar? Devletin yapılacak önemli hiç mi başka işi yok? Nasıl zamanı bu kadar müsrif kullanırsınız?
Taksim’de yobazlar izinsiz şeriatçı gösteri yaparken, Sıvas, Maraş, Çorum, Gazi katliamları yaşanırken, üniversitelerden aydın hocalar uzaklaştırılırken, hukuk ülkede adamına göre uygulanır ve küçük adama gücü yeterken, nasıl kalkıp da ’’demokrasi’’ kahramanı kesilmek onurunu da elde etmek istersiniz? Rüzgâr 1990’larda o yönden estiği için mi?
Yıllardan beri ’’devlet böyüktür’’ söylemleri ’’devleti yıpratmayın, küçük düşürmeyin’’ lafları ile korumak istediğiniz aslında yıllardan beri kafanızda olan ama bir türlü değiştirmek istemediğiniz ve kendi imgelemlerinizle yarattığınız ’’devlet’’ tir. Oysa o devletin artık eleştirilmesi gerekiyor ve sizlerin kafasında oluşturduğu o ’’devlet’’ imgeleminin yıkılması gerekiyor. Siz hiç Clinton ’un mafya babaları ile poz verdiğini, Schröder ’in şapka sallayıp işadamlarının çocuklarının düğününe gittiğini ya da Blair ’in iş merkezi açılışını gördünüz mü? İşte sizlerin yıkılmasını istemediğiniz, eleştirilmesine dayanamadığınız devlet bu oluyor. Zaten zar zor yakalanan mafya liderlerini, çeteleri, kimi zaman güvenlik güçlerinin bu düzenbazları yakalamak için canlarını ortaya koyduğu kişileri affetmek de sizlerin kafanızda oluşturduğu bu af kapsamına mı giriyor?
Eğer öyleyse sizce işgal ettiğiniz bu koltuklardan artık ayrılma zamanınız gelmedi mi? Çok mu zor geliyor?
Siz salt kendi adınıza bağlı değil tüm arkadaşlarınızı ve aynı zihniyette olan Adnan Menderes’ler, Mehmet Gölhan ’lar, Şemsettin Günaltay ’lar, Ekrem Ceyhun ’lar, Mehmet Keçeciler’ ler, Turgut Özal ’lar, Esat ’lar, Tansu ’lar ve daha niceleri adına da hesap vermek zorundasınız. Çünkü sizler Mustafa Kemal ’in çizdiği çağdaş uygarlık yolundaki devrimci ruhu, heyecanı ve idealleri yazık ki bitmiş, arabesk zihniyetin ne ilk ne de son temsilcilerisiniz... Evet bekliyorum... Hâlâ kalemi elinize, televizyon kameralarınızı neden karşınıza almadınız?
Genç bir hukukçu,
Bir Anadolu İnsanı
CUMHURİYET 5 OCAK 2002