HAYVAN HAKLARI TARİHİ

"Gurabahane-i Laklakan" Yeniden Kurulacak

Bursa’da 19. yüzyılda Osmanlılar tarafından, başta sakat leylekler olmak üzere göçmen kuşların bakımının yapılması amacıyla kurulan ve Türkiye’nin ilk hayvan hastanesi olan Gurabahane-i Laklakan (Düşkün Leylekler Evi), Osmangazi Belediyesince yeniden yaptırılacak.


Yıllar içinde bakımsızlıktan yıkılan ve ünlü edebiyatçı Ahmet Haşim’in, Bilmem Bursa’yı gezerken gördünüz mü? Haffaflar Çarşısı’nın ortasında bir meydan var. Bu meydan malul hayvanların düşkünler yurdudur. Kanadı, bacağı kırık leylekler, bunamış kargalar halkın sadakasıyla yaşarlar diye bahsettiği Gurabahane-i Laklakan, belediyenin aldığı sivil mimari örneği bir binada, yeniden gün yüzüne çıkarılacak.

Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı Payitahtı Bursa’nın kültürünün ve tarihinin ortaya çıkarılmasıyla ilgili yaptıkları çalışmaların aralıksız şekilde sürdüğünü belirterek, kentin ziynetleri olarak nitelendirilen tarihi eserleri yeniden canlandırdıklarını söyledi.

Altepe, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan Bursa’nın çok derin bir kültüre sahip olduğunu, bu çalışmalar sayesinde hem Bursa’ya gelenlere hem de Bursalılara kenti tanıttıklarını ifade ederek, şunları kaydetti:

Her türlü konuda duyarlılığı olan büyük bir milletiz. Çok güzel çalışmalar yapmış büyük bir ecdadımız var. Bu çalışmalardan biri de Gurabahane-i Laklakan denilen göçmen kuşlar hastanesi. Yüzyıllar önce dünyada daha insan hakları tartışılırken, burada bizim ecdadımız toplumun değişik kesimleriyle ilgili yardım çalışmalarının yanında hayvanlarla ilgili de birçok çalışmalar yapmış. Leylekler Hastanesi de bunlardan biri. Hayvan haklarının korunmasına ilişkin kanunlar çıkarmışlar. Leylek Hastanesinde, her türlü göçmen kuşun bakımları yapılmış.

Dünyada bir benzeri daha olmadığı bildirilen ve Türk halkının havanlara verdiği önemin bir göstergesi olan Gurabahane-i Laklakan’ın Kayhan Mahellesi’nde bulunan orijinal binasının yıllar içinde bakımsızlıktan yıkıldığını anlatan Altepe, belediye olarak Irgandı Köprüsü’nün hemen yanında satın aldıkları sivil mimari örneği bir binada Leylekler Hastanesinin yeniden canlandırılacağını bildirdi.

Osmanlıların leylekleri bile düşünerek onların yeme içme, barınma ve tedavi ihtiyaçlarını karşılamak üzere böyle bir hayır kurumu kurduklarını vurgulayan Altepe, Yüzyıllar önce ecdadımızın hayvanlara verdiği değer, burada sergilenecek. Şu anda yıkılmak üzere olan binanın restorasyon ve röleve çalışmaları tamamlandı. Gurabahane-i Laklakan yeniden eski işlevine kavuşacak. Burada görevli arkadaşlarımız olacak. Haftanın belli günlerinde hayvanlara bakım hizmeti verilecek. Kültürümüzün ne denli geniş olduğunu, ne kadar büyük bir milletin fertleri olduğumuzu burada anlatacağız diye konuştu.


Kaynak : Anadolu Ajansı

·
Dip Not : Gurabahane-i Laklakan Leylekler Bakımevi olarak bilinen bu bakımevi, Bursada varlıklı Osmanlı Ermeni bir aileden doğan ve yaşamı boyunca· bir Türk dostu olarak bilinen, Fransız konsolosluğunda görevli sn. Grégorie Bay’ın konutunun bir bölümündeki özel mekandır...


Gurabahane-i Laklakan ve Ahmet Haşim

Ahmet Haşim 1885’de Bağdat’la doğdu. Babası mülkiye kaymakamlarından ve Bağdad’ın eski ve bilinen ailelerinden birine mensup Hikmet Bey’dir. Babasının Arabistan vilâyetlerindeki memuriyetleri sebebiyle düzensiz bir ilkokul tahsili gördü. Dil olarak da aynı sebepten sadece Arapça öğrendi.

Annesinin ölümü üzerine 12 yaşında babasıyla birlikte İstanbul’a geldi. 1897’de Galatasaray Sultanîsine yatılı olarak verildi. 1907’de mezun olunca Reji İdaresine memur olarak girdi. Bir taraftan da Mekteb-i Hukuk’a devam etti. Birinci Dünya Savaşı’ndaki askerliği (1914 - 1918) sırasında Anadolu’nun çeşitli yerlerini görme fırsatı buldu. 1924’de Paris’e. 1932’de de hastalığı sebebiyle Frankfurt’a gitti. Çeşitli yerlerde memur olarak çalışan Hâşim, daha çok öğretmenlik yaptı. Sanâyi-i Nefise Mektebinde (Güzel Sanatlar Akademisi) mitoloji dersleri hocalığı ve Mülkiye Mektebindeki Fransızca öğretmenliği görevlerine 4 Haziran 1933 de ölünceye kadar devam etti.

Renkler, kokular, meyveler, hayvanlar, şehirler Hâşim’de keskin gözlem gücü ile birlikte şairane sezişin etkileyici bir üslûpla sunulduğu metinlere dönüşmektedir. Gurabahane-i Laklakan adlı kitabındaki denemeleriyle de osmanlıca yayınlanmış· kitabı da bulunmaktadır.

Ahmet Haşim ve Hayvan Hakları !

Boğaziçi sırtlarında kurulmuş bir yabancı kız okulunda şahit oldukları karşısında duyduğu üzüntü ve tepkiyi anlatan yufka yürekli şair, gencecik kızların laboratuvarda deney yapmak için kedileri, köpekleri, tavşanları vb. canlı canlı kesip biçtiklerini görüp bu işi zerre kadar acı duymadan, çok tabii bir işmiş gibi yaptıklarını öğrenince hayret ve dehşet içinde kalmıştır. Vivisection’un, yani canlı hayvan üzerinde teşrihin feci bir şey olduğunu, üstelik bu türden deneyler aleyhinde ilim ve fen adamları tarafından yazılmış ciltler dolusu yazı bulunduğunu belirttikten sonra, bunun bir cellat oyunu olduğunu söyleyen Haşim, ”Kestiğiniz hayvanların kanları karşısında kalbiniz hiç acı duymuyor mu?” diye sorar.

Ahmet Haşim ”Hayvanlara işkence” başlıklı yazısında da Yüksekkaldırım’da küçük bir tekne ve kirli bir su içinde halka parayla gösterilen fok balığının sahiplerine karşı dâvâ açan Himâye’i Hayvanat Cemiyeti’ni alkışlamıştır. Hiçbir zaman etyemezlik iddiası taşımamış olmakla beraber, yazılarından yola çıkarak hüküm vermek gerekirse etle beslenme konusunda tereddütleri ve endişeleri vardır; ”Hayvan intikamı” başlıklı yazısında anlattığına göre, birgün tabiiyatçı bir dostuna şöyle bir soru sorar: ”Her gün binlercesi katledilen masum hayvanların intikamını kim alacak?” Dostu, kesip kesip mideye indirdiğimiz o masumların intikamlarını bizzat aldıklarını ve bizi yavaş yavaş öldürdüklerini söyler. Aslında hastalıklarımızın birçoğu onların intikamıdır; hatta hayvan eti yiyen insanlara zamanla onların budalalığı, tembelliği, hunharlığı, saldırganlığı vb. bulaşır. ”Doğuşta iyi olan insanı gâh katil, gâh hırsız, gâh serseri yapan, hayvan etinin mide yolu ile müthiş intikamıdır”.

Göl Saatleri’ni ve Piyâle’sini okurken kendimizi bir kuş cennetinde hissettiğimiz Haşim, edebiyat tarihimizin belki de tek ciddî hayvanseveridir. İlgisi ve şefkati haşerâta kadar uzanır. Mesela ”Müthiş bir böcek” başlıklı yazısında, tahtakurusunun akıl almaz cesaretinden övgüyle söz etmiştir. Bir gece uykusunun derin bir yerinde keskin bir ısırışla fırlayıp elektrik düğmesini çevirince görür ki, doymuş bir tahtakurusu aptal aptal kaçmaya çalışıyor. Küçük haşereye dokunmaz, ”çetin talii ve müthiş cesareti hakkında hayretle düşünceye” dalar. Bu cesur ve o ölçüde savunmasız haşereyi öldürmemesi, muhtemelen diğer canlılar hakkında savunduğu düşüncelerle ilgilidir.

Ama bazan haşereler onun da sabrını taşıracak muzırlıklar etmekten geri durmazlar. Frankfurt’a giderken, kompartımanda uçuşan on on beş sinekten biri, öğle yemeğinden sonra biraz kestirmek için uzanan Haşim’i gözüne kestirir ve etine yapışır. Sineğin kendiliğinden defolacağını umarak sabırla beklemeye başlayan zavallı şair, ”Ne gezer!” diyor. ”İğrenç böcek, düşüncemi anlamış ve sinirlerimin tahammül kabiliyetini ölçmek istiyormuş gibi, gitmek şöyle dursun, bilâkis yarım harap ettiği âsâbımı son haddine kadar aşındırmak için konduğu yerde daha derin yerleşerek, ıslak hortumu ve soğuk bacaklarıyla derimin üzerinde ağır ağır, küçük küçük ürpertici daireler çizmeğe koyuldu”. Bu müthiş işkenceye daha fazla dayanamayan şair birden iradesini kaybederek yerinden fırlayıp var gücüyle havayı tokatlarsa da, nafile! Gerisini kendisinden dinleyelim:

”O andan itibaren sinekle aramda baş döndürücü bir inat kavgası başladı: Ben çabaladıkça, o bir an için havalanıyor ve elimin hareket kavsi bitince, sanki gülerek süzüle süzüle aynı yere gelip konuyor ve etimin üzerinde başladığı işkenceye rahatça devam ediyordu. Başım dönmeğe başladı, çıldırmış gibi yerimden fırladım ve kompartımanımı muzaffer sineğe terkederek kendimi koridorlara atmaktan başka bir kurtuluş çaresi bulamadım”.

Haşim, ”Sinek” başlığını taşıyan bu yazısında aslında kendisine ikide bir sataşan muarızlarını zekice hicvetmiş, Frankfurt’a sadece tedavi maksadıyla değil, aynı zamanda küçümsediği muarızlarının inatçı saldırılarından kurtulmak için gittiğini anlatmak istemiştir.

Frankfurt Seyahatnamesi’nde yer alan ’Sincaplar, kuşlar vesaire” başlıklı yazısında, Ahmet Haşim’in hayvan sevgisinin çocukluk yıllarından kalma olduğunu öğreniyoruz. İlk çocukluğunu, çocuklara hediye olarak oyuncak yerine ayı yavrusu, karaca, sansar, tilki veya sincapların getirildiği dağlık, yabani bir memlekette yaşadığını, bunun için hayvanları çok sevdiğini, tilkilerini üst kattaki sandık odasında, dolapların arkasında sakladıklarını, bahçede büyük bir ağacın gölgesinde esir bir kartalın geniş kanatlarını gererek pençelerini tutan zinciri şıngırdata şıngırdata gezindiğini, bir ayının homurdanarak bahçenin yüksek duvarları üzerinde dolaştığını ve kurşun hızıyla uzaklara taş attığını, kurnaz ve çevik sincapları ellerinde fazla tutamadıklarını, boyunlarına geçirilen parlak çıngıraklı kırmızı tasmalarıyla ellerinden kaçıp büyük çitlenbik ağacının gür yaprakları arasında kaybolduklarını ve bahçedeki ağaçlardan günlerce esrârengiz çıngırak seslerinin duyulduğunu anlatır. Sonraki yıllarda hayvan besleyip beslemediği konusunda pek fazla bilgimiz yok. Sadece Ahmet Hamdi Tanpınar onun kedisinden ve yavrularından kısaca söz etmiştir:

Hemen her gidişte günün yeni bir vak’asile karşılaşırdık. Haşim kendine kızar, birkaç çocuğu ile beraber onu kovar. O gün matrud kedinin bütün huysuzluklarını dinlerdiniz. Ertesi gün aynı kediyi ayaklarınıza sürünür görünce izahat verirdi: ”Barıştık”. İki gün sonra vak’a hizmetcisiyle tekrarlanırdı. Hayvanları çok sever ve onlara kıyamazdı. ”Evime canlı giren tavuk, kendi kendine ölmeğe mahkumdur”derdi ve sonra bir tavuk için bu kendi kendine ölmeği pek hazin bulmuş olacak ki “Bîçâre” diye acırdı”.

Bu nottan yola çıkarak Haşim’in yalnızlığını kedilerle paylaşan bir kedisever olduğu sonucuna varılabilir. Nitekim ”Kedi” başlıklı yazısında ; ” insandan kaçan muhabbetin ilticagâhı ancak hâlis hayvan olabilir. Onun için kedi muhabbetinin bir mânâsı vardır” der. Köpek, Haşim’e göre, mütereddi, kedi ise hiçbir terbiyenin seciyesini bozmayı başaramadığı ” hâlis ve mağrur”· bir hayvandır; zekidir, biraz himmetle bir opera parçasını bile teganni edecek kadar zengin bir sese sahiptir. “Mütefekkirlerin uykusuzluk arkadaşı” olan bu “altın gözlü mütehayyil” hayvanın “bir aşk gecesinden kanlar içinde avdetini görmek veyahut bir bahçe köşesinde âciz bir şikâra çektirdiği işkencelere şahit olmak, onun her şeye rağmen bir canavar kaldığını anlamak için kâfidir”. Canavar, yani hâlis hayvan!

Kediyi köpeğe tercih eden Haşim’e göre, hayvanı hayvan olarak ve insandan tebâüdü nisbetinde sevmek doğru ve mantıkîdir. İnsan hesabına diğer bütün hayvanlara husumet ilan etmiş tek hayvan olan köpek, zannedilenin aksine, asil değil, obur, şehvanî ve cesaretini ancak zayıflara karşı gösteren korkak bir hayvandır. Köpeğin sahibine sadakatini bir esirin zelil bağlılığına benzeten Haşim, insanlaşan, insana yaltaklanan hayvanları sevmez; tabiatlarının gerektirdiğini, yani canavarlıklarını yaşamaları engellenen hayvanların durumunu ise çok hazin bulur.

1928 yılında yaptığı Paris seyahatinde bir hayvanat bahçesini de ziyaret etmiş ve bir yazısında kafeslerdeki tüyleri dökük hasretli kuşların, hasta ve dargın akbabaların, mahpeslerinin demir parmaklıkları arkasında birbirine sarılıp mütemadiyen sallanan şempanzelerin, yalnız bir gorilin vb. hazin hallerini anlatmıştır. Özellikle bir Cezayir maymunu ailesinin hâtırası, yüreğinde hep kanayan bir yara olarak kalır. Anne maymun bir aylık yavrusunu bağrına basmış ısıtmaya çalışmakta, dalgın, boş ve ümitsiz gözlerle Paris’in esmer ve yabancı semasına bakıp düşünmektedir. Haşim bunları anlattığı “Hayvanlar arasında” başlıklı yazısını şöyle tamamlar:

Bahçenin Seine nehri tarafına açılan kapısından çıkmadan evvel, heykeltraş Fromier’nin bir ayı yavrusu avcısıyla iri bir ayı annesinin kanlı kucaklaşmasını temsil eden tuncu önünde durdum. Esir ve gurbetzede hayvanların şifasız izdırabından akan zehirle dolan ruhum, serbest canavarın zalim insan üzerindeki zaferini gösteren bu hâile’engiz şâheseri seyretmekle bir parça ferahladı ...

Kaynak : Beşir Ayvazoğlu-Aksiyon 2000


1900 lerden Bursa Sokakları ve Sokak köpekleri...