https://www.haytap.org/tr/hayvanseverler-neden-ayaa-kalkt-habertuerk-av-ahmet-kemal-enpolat
Hayvanseverler Neden Ayağa Kalktı? Habertürk - Av. Ahmet Kemal Şenpolat
29.01.2012
RÖPORTAJIN TAM METNİ
Türkiye’nin gündemine son günlerde hayvan hakları savunucularına dahil oldu. Gündemin bu yoğunluğuna girmeyi başarıp yeni çıkacak yasa ile ilgili karşı kampanyalara giriştiler. Bir süre önce TBMM’de bir ilk olmuş ve 4 parti, STK’lar, hayvansever sanatçılarla biraraya gelip bakanı da aralarına alarak bu konuda mutlu bir tablo çizmişti? İnsanlar umutlanmıştı. Ne oldu da birden her şey tersine döndü?
Aslında bu süreç yeni değil. Kamuoyunun dikkatine daha yeni geldiği için sanki yeni imiş gibi gözüküyor. Yasanın ilk çıktığı 2004 yılından itibaren biz bu yasanın uygulanamayacağını , bir çok eksiklerinin olduğunu anlattık. Bugün kamuoyunda duyulan bir çok eksikliği şahsen ben o günlerde naçizane tek başıma çok dile getirmeye çalışmıştım ama baktım tek başına hayvanları seven “ahmet“ in söylediği çok dikkate alınmıyor.
Milletvekili ya da bakan olamadığınıza göre bu değişikliği nasıl yapbilirdik diye düşünmeye başladım . Bunun tek yolu vardı , sorunu topluma toplumun anlayacağı dilden hitap ederek sahiplendirerek. Ancak bunu da beraberlik ve ciddi bir sivil toplum örgütü birlikteliği içinde kurarak yapılması gerekiyordu. Dolayısıyla daha o yıllarda da aynı bugün gibi söylenen birlik beraberlik olalım , güçlü bir ses olarak hareket edelim diyenler için yol haritası çizmeye karar verdik. Uzun toplantılar ve fikir birlikleri ile işte bu federasyon fikri doğdu. Yani görüş birliği olan beş dernek bir araya geldi. Başka türlü sesimizi çıkartamayacaktık. Yani hayvan hakları ile ilgili bir çok söylemin basında , mecliste , kamuoyunda dile gelmesi için öncelikle güç birliği şarttı. Yoksa kimse bizi dikkate almıyordu. Almayacaktı. Ve o zamanki adıyla Hayvan Hakları Aktif Güç Birliği adındaki platform ( HAYTAP ) federasyon haline gelerek bir tüzel kişiliğe büründü.
Ondan sonra da kamuoyunun dikkatini bu marka altında bir çok halkla ilişkiler çalışmaları ile çekmeye çalıştık. Petshop ticaretinin durdurulması , Beni terketme kampanyaları , yasanın kabahatler kanundan çıkması , havyanat bahçelerindeki ve yunus parklarındaki işkenceye dikkat çekilmeye çalışılan kampanyalarımızın her birisi yasanın bir maddesi aslında değiştirilme istemiydi. Zaman içinde kampanyalar sadece hayvan hakları savunucuları arasında o kadar çok tuttuki , kendisini güçlü bir şemsiye altında hissetmek isteyen ve bir şeyler başarmak isteyen bir çok dernek HAYTAP altında bir araya geldi. Bugün aynı fikir birliği içinde mücadele eden yaklaşık 21 dernek olduk. Bu durum da bizlere aslında o zamana kadar “ hayvan konusu ile “ çıkılamayan , ciddiye alınmayan devlet katında , başbakanlık katında önemli bir kredibilite sağladı. İşte uzun yıllar süren bu görüşmelerde hemen hemen herşey yolunda giderken bazı köpeklerin kötü sahipleri tarafından bilinçsizce yetiştirilip insanlara saldırtmaları , köpek dövüşlerinin engellenememesi , belediyelerin görevlerini yerine getirmeyen memurlarının masa başında tetris oynamaları , kısırlaştırma yapmak yerine , petshopları denetlemek yerine , kuduz aşılarını yapmak yerine baştan savma şekilde görevlerini yapmaları bakanlığa sorun olarak yansıdı. Üzerine de ko-medya haberleri abartarak ve köpeklerin neden saldırdığı kısmını makaslayarak verince ortam hazırlanmaya başladı.
Eksik kalan bir şey vardı o da Orman ve Su İşleri Bakanlığı ile Tarım bakanlığının hayvana bir zul olarak bakan ve onları sevmeyen yaklaşımı ile birleşti. Ve yukarıda anlattığım tüm mücadele de verilen emekler aldatılmışlığımıza dönüştü.
Yine*Hayvan hakları savunucularının en çok karşı çıktığı maddelerden biri “Sahipli ve sahipsiz hayvanları belediye sınırları içinde veya dışında başıboş bırakmak yasaktır” maddesi. Bu ne anlama geliyor?
Şu anda zaten kontrolsüz hayvanınızın vermiş olduğu bir fiilden dolayı ceza yasları gereği sahipleri hakkında dava açılabiliyor. Ki bu hayvanı sadece kedi köpek olarak düşünmeyelim. Tarladaki boğa da , keçi de , eşek de örneğin kontrolsüz olduğunda sahibi ceza görüyor. Fakat bu yasa ile getirilen teklif sokaklarımızda beraber yaşadığımız , sosyalleşmiş hayvanları da içeriyor. Yani kırmızı ışıkta duran , yeşil ışıkta geçen , nereden su içeceğini yemek yiyeceğini bilen , dükkan kapısının önünde duran , ağaca tırmanıp uyuklayan kedinin de alınıp götürülmesi anlamına gelioyr. Yani bu tasarı ile artık bizimle mahallemizde , dükkanımızın önünde , çöpün köşesine sığınarak yaşayan bu hayvanlar sahipsiz kabul edilecek ve bakanlığın oluşturduğu binlerce dönümlük alanlara gelişi güzel koyulacaklar.
2004 ten beri hayatımıza “ barınak” adı altında ölüm hücrelerini oluşturan kurumlar buralarda 200-300 hayvana bile bakamazken onbinlerce hayvana hangi bütçeyle , hangi elemanla bakacaklar ? Hele büyük şehirlerde rantın bu kadar çok yüksek olduğu , her siyasinin her metrekare yeşil alan üzerinde hayal kurduğu bir gerçekte kimse binlerce kedinin köpeğin buralarda olmasını zaten uzun vadede de istemeyecektir. Yani bu hayvanları bir şekilde büyük olasılıkla işini zaten sevmeyen işgüzar işçi zaten öldürecektir. Ya da bakmayacaktır.
Teknik anlamda güzel bir tasarı ama özünde hayvan görmek istemeyen bir bakış açısı çaktırmadan dayatılıyor. Halbuki bu maddenin başına “ güçten düşmüş ve agresif hayvanlar“ doğal hayat parklarına alınır bakımları yapılır kelimesi eklense sorun kalkacak. Yani sakin hayvanımı sen sokağımdan alıp neden bilmediği bir bölgeye atıyorsun. Nerden yemek su bulacak. Bırak bari buradan iki üç lokma kuru ekmek bulup yiyor. O mu gözüne battı ?
Bu cesaretli iki üç cümleyi koymayı esirgemek bilinçsizlik olamaz. Tamamıyla bilerek hareket ediyorlar.
*Sokaklar kedi ve kopeksiz ve bu hayvanların dolaşması yasak mı olacak olacak? Nasıl önleyecekler?
Kanımca bunu asla önleyemeyecekler. Sadece İstanbulda benim tahminim 150bin sokak hayvanı var. Kısırlaştırma yapmadığınız sürece , petshopları ve üretim çiftliklerinin önünü kesmediğiniz sürece , yurda kaçak girişi engellemek için ciddi adım atmadığınız , internet sitelerindeki kontrolsüz hayvan satışlarını engellemediğniz yani musluğu vanadan kapatmadığınız sürece populasyonu kontrol altına almak mümkün değil. Yani hayvanlar bir şekilde yağacak , üreyecek .
Kaldıki bakanlığın böyle bir bütçesi , böyle eğitimli personeli yok. Mevcut yasayı nasıl uygulayamıyorlar bunu da ellerine yüzlerine bulaştıracaklar. Onların elemeanlarını biz onlardan daha iyi biliyoruz. Hele buna başlasınlar bütün mahallelerde iddia ediyorum çok büyük kavgalar , kovalamacalar , çıkacak. Gelen memura tabancasını çeken bile olacak. Kendi başımıza durduk yere iş alıyoruz.
Bir bakanlık düşününki “sokak hayvanları sorunu” diyor , “sokak hayvanlarının sorunu “ diyemiyor. Daha görevinin tanımlarını bilmiyorlar
Sahipsiz hayvanlar sahiplendirilinceye kadar doğal hayat parkına konacak deniyor. Burada itiraz edilen ne? Bir tecrit mi? Yani bir “Hayırsız Ada” vakasına mı tanık olacağız?
Hayırsız Ada vakası nerdeyse tam yüzyıl sonra tekrar karşımıza geliyor. Ama bu sefer sadece istanbul sınırları içinde değil tüm Türkiye’de hayırsız ada kampları oluşturulacak. Fakat umarım bu yasanın peşinden bir balkan harbi ya da büyük istanbul yangını ya da depremi çıkmaz. Söylemedi demeyin bunların hepsi büyük hayvan toplatmalarının ardından oldu.
Ayrıca , ülkedeki bütün belediyelerin borç içinde olduğu , hükümetin bütçeyi bile denkleştirmek için zam yaptığı bir ortamda , hele belediye seçimleri varken kim hayvanlara bütçe akıtır. Gerçekçi olalım. Kaldırım taşı değiştirmek gibi çalışmalar oy olarak geri dönüşü olan çalışmalardır. Ama doğal hayat parkı denilen yerler güçlü hayvanın hayatta kaldığı , zavallı ev hayvanlarının ise titrediği Roma’daki arenalar olacak. Böylece aslında hayvanları şimdiye kadar angarya olarak gören iki bakanlık , sağlam hayvanları dahi toplayıp uzaklaştırarak bu işten yakasını sıyıracağını düşünüyor.
Tasarı henüz komisyon gündemine gelmedi. Bu süreçte hayvanseverler nasıl bir eylem planı izleyecek?
Tahmin ediyorum tasarı çok kısa bir süre içinde komisyona inecek. Çünkü bakanlık bu yasayı çıkartmakta ve geri adım atmamakta ısrarlı. Eğer bu komisyona bize çağırırlarsa sonuna kadar o garibanların hakkını savunmaya çalışacağız. Burada önemli olan hükümet kanadı üyeleri. Çoğunluk onlarda olduğu için onları iknaya başlayacağız. Aslında verilen tasarıya eklenecek ya da çıkartılacak üç beş cümleyle toparlanacak ve uygulanabilecek bir yasa haline dönüşebilir. Fakat ruh hallerinden anladığım kadarıyla bakanlık bunu gurur meselesi yaptı ve sonuna kadar komisyondan aynen geçmesi için uğraşacak. Sonra ise tek umut maalesef sadece Cumhurbaşkanın yasayı veto etmesi fakat bugüne kadar parlementodan geçen her yasa karşısında açıkçası bu umudu bana vermiyor. Eğer komisyondan döndüremezsek , Türkiye bambaşka bir mecraya girecek.
*TBMM ve Çevre Komisyonu ile görüşecek misiniz?
Parlemento ile ve ilgili bakanlarla danışmanları ile devamlı temas halindeyiz. Fakat bu yetmiyor. İlk başta anlatmış olduğum uzun girişte bahsetmiş olduğum kampanyalara halkın sahip çıkması gerekiyor. Eğer toplum bu işe sahip çıkmazsa ve bu tepkiler sadece bir grup fifili hayvanseverin hobisi olarak algılanırsa , başarı şansımız çok az. Toplum sahip çıkarsa , o zaman çevre komisyonu geri adım atacaktır. Görüşmeler olumlu bile sonuçlanacaktır. Halka konuyu bir insan hakları meselesi , çocuk hakları meselesi hatta kadına şiddet sorunu olarak anlatmamız gerekiyor
*AB’de durum nasıl? Orada sokak hayvanı yok mu?
AB ‘nin akdeniz ülkelerinde sokak hayvanı var , iklim ve kültürleri gereği ise kuzey ülkelerinde sokakta yok. AB mevzuatları da konuya hayvan hakkından öte hayvan refahı olarak dayatmaya çalışıyor. Aslında birçeşit kültür emperyalizmi bu. Yani onlar da özellikle kedi ve köpekler eve girmiş süs hayvanı durumda . Bizde ve güney avrupa ülkelerinde hatta latin amerika kültüründe ise sokaklarda insanlarla beraber yaşıyorlar.
Burada şunu da vurgulamak lazım. Biz sokaklarda sürülerle kedi ve köpekler olsun , gece boyu havlasın , çocukları korkutsun , ısırsın zaten istemiyoruz. Tek istediğimiz popülasyonu insani bir şekilde , kısırlaştırma ile , üretim kanallarının kesilmesi ile azaltılması . Zaten bu konuda dikkatli çalışma yapılsa en geç on yıl içinde nerdeyse sokakta rahatsız edici boyutta hayvan kalmayacak. Kalanların çoğu da insnanlarla yaşamaya alışmış hayvanlar olacak. 2000 lerde bu işe başlasalardı belki bugüne kadar olay bitmişti.
*Özellikle Güney Avrupa’da sokaklarda hayvan var. Yunanistan ise kedileriyle ünlü. Bu yasa hangi kirterlere göre AB’ye uyumlu?
Bu yasa bakanlığın keyfinin öyle arzu ettiği şekliyle AB ye uyumlu. Kendilerince tasarıyı bu şekilde emsalleştirmeye çalışıyorlar. Oysa sokak hayvanları ile yaşamak bizim kültürümüzün geleneklerimizin bir parçasıdır. Avrupa ve Amerikada olan bir çok kültürel kavram nasıl son on yıllarda ülkemize dayatılarak kabul ettirilmek isteniyor , petshop tabanlı süs hayvanlarının satılması ve sokaklarda hayvan kalmaması da bu baskın kültürün bir sonucu . Aslında biz sokak hayvanlarınının hakkını savunurken karşımızdaki ciddi bir kültür emperyalizminin bize transfer olmasına da karşı duruyoruz. Çünkü bizim sokak hayvanlarını savunmamız bizim ile aynı iklim kuşağında olan , aynı müzikleri dinleyen , aynı yemekleri yiyen , aynı şekilde dans eden ülkelere özgü bir kavram. Bizim ülkemizin bu özel değerini korumak aynı zamanda ulusal direniştir aslında.
*Yasa Meclis’ten geçerse sokakları nasıl bir tablo bekliyor?
Eğer yasa bu haliyle meclisten geçerse hayvansevmeyenler cigara tellendirecek , pis pis gülümseyecek. Oturdukları koltuklarda nefret ve kin duygularını tatmin edecekler. O hayvanlar acıyla mahallelerden toplanırken , hayvanseverlerle görevliler kavga ederken onlar kesinlikle çekirdek çitletecekler , sokaklarındaki hayvana tecavüz eden adamla beraber yaşamayı umursamayacaklar ve belki bir sahil kenarında iseler sigara izmaritlerini kuma gömecekler. Bu örneği özellikle verdim. Çünkü gerekçede havyanların sokakları pislettiğinden dolayı toplanması gerektiğinden bahsetmişler. Kumsalda sigarısını kuma gömen adam ve şehir merkezinde duvar dibine işeyen ve ördeğe tecavüz eden adam onun bu umursamaz tutumu sayesinde yaşadı gene.
Olan kırmızı ışıkta duran köpeğe , balıkçı önünde bekleyen kediye olacak. Ve olay çok ciddi aşamaya gelip kapıya kadar , bahçedeki hayvanına kadar dayanırsa eline silah alıp gelen görevliyi vuracak bir çok kişi olacak. Hiç şaşırmayın. Bugün bu dediğimi hafife alan bu uyarımı okuyanları , üç ay sonra üçüncü sayfada bu yönde haberleri okurken görmek zorunda kalmam inşallah.
Böyle bir yasayı hazırlayanların ruh hali nasıl olabilir?
Kesinlikle bakanlık görevlileri havyanları sev- mi – yor- lar ! Buna artık kesin kanaat getirdim. Bize verdikleri resmi yanıtlar , yazışmalarda bu ruh halini o kadar net görüyorsunuz ki. Hani bir eğitim bakanlı bu öğrenciler olmasa ben maarifi ne güzel idare ederdim “ demiş ya. Burada da hayvanlar olmadığı zaman üzerlerindeki yükün kalkacağını , boşa çıkacağını düşünen bakanlığın daimi elemanı müsteşarlar , genel müdürler var.
Kendilerini buna şartlayıp , bunu hedef olarak belirlemişler. Eminim bakanın , bakanlar kurulunun neyi imzaladıklarını bilmiyorlar. Uzmanlar hazırlıyor onlar da çalışanlarına güvendikleri için imzalıyorlar. Bu duygusal halin yansımasını legalize etmek için de , HAYTAP da bu görüşmelere katıldı onlar böyle teklif sundu diyorlar. Aslında böyle bir manevra yapacaklarını da tahmin ettiğimiz için beş yıldır tüm partilere , bakanlıklara sunduğumuz teklifi , mektupları , başbakana bizzat Dolmabahçe Sarayında verdiğimiz raporu hep web sitemizde yayınlıyoruz.
Bir bakanlık düşününki av kotalarının artırılması için karar çıkartıyor , hayvanlara tecavüz ve işkencenin kabahat olduğunu yıllar sonra bizim çalışmalarımızla değiştirmeye karar veriyor , yunus parkları için sesini çıkartamıyor ya da bu parasızlıkta hayvanat bahçelerinin açılması için teşvik edici maddeler teklif ediyor. Petshoplar karşısında ciddi yaptırımlar getiremiyor , sahipli hayvanla sahipsiz hayvana verilen ceza arasında fark oluşmasına ses çıkaramıyor. Hayvnları seven bir bakanlık bu kadar etkisiz ve sessiz kalamaz.
*Sizlerle ortak basın toplantısında Hasip Kaplan “Sözünden döneni kediler patilesin” demişti… Kediler değil ama hayvanseverler patileyecek gibi görünüyor… Katılır mısınız?
Patilemek az bile kalır. Şu tarihsel gerçeğe artık ben de inanıyorum. Zavallı hayvanların , hatta mağdur insanların kaderi ile oynayıp onlara zulmedenlerden bir şekilde bunun acısı daha bu dünyada çıkıyor. Hem de çok acı olarak çıkıyor. Yakınlarını kaybedenler , seçimi kaybedenler , mal mülk kaybedenler o kadar çok ki. “Patilemek” bu felaketlerin yanında okşayarak dövmek gibi kalır. Sakın kimse bu yasayı geçirdikten sonra başına gelecek olası felaketler için neden başıma bu geldi diye sormasın.
Bilmeden , kendi felaketleri için imzaladıkları bu hükümet tasarısını bir daha okusun.
Hayvan sevgisinin birbiriyle biraraya gelemeyecek insanları biraraya getirdiğini görüyoruz. Sosyal medyada milyonlarca üyeli adresler var. Bu tıpkı bir ideolojik beraberlik gibi mi?
Aslında biz halk olarak çok merhametliyiz. Genelde hep zayıf olanın yanında dururuz. Sosyal medyada ise bu merhamet daha yaygın olarak birliktelik buluyor. Çünkü bildiğimiz klasik medya , kötü görüntüleri yani gerçekleri hep sakladı. Onun yerine haberlerine pembe haberleri , bir köpeğin kuaförünü , kraliçenin günde yedi kilo biftek yiyen köpeğinin haberini , bir yunusun otel havuzunda nasıl parende attığı haberlerini tercih etti.
Oysa sosyal medya editör sansürsüz olduğu için mutfağı gösetriyor. Her hayvanın görüntüsü ardında bir zulüm ve işkence var. Dolayısıyla insanlar haberleri gerek bizim web sitemizden , gerekse sosyal medya aracılığı ile doğrudan öğrenmeye ve hemen sansürsüz paylaşmaya başladı .
İdeolojinin ötesine de geçen bir dava arkadaşlığı sınıf farkı gözetmeksizin insanların bu farkındalığı görmeye başlaması nedeniyle çıktı.
*Tek bir yaralı köpek için facebook’da 1 saat içerisinde bir örgütlenmeye tanık olmuştum. Birisi otoyol çıkışında yaralı bir köpek gördüğünü yazdı. Hemen başka biri gitti köpeği aldı. Bir diğeri veteriner buldu, bir başkası da para buldu. Bu çok ciddi bir örgütlenme değil mi?
Aslında kurumsallaşamamış bir örgütlenme. Devletin ilgili birimi bu görevi yapmayınca vatandaş bunu kendi bütçesi sayesinde yapmaya çalışıyor. Bu hareketi daha kurumsal bir örgütlenme haline getirebilirsek Türkiye bu konuda AB ye bile örnek olacak. Onlarla beraber yaşamanın da mümkün olduğunu öğretecek. Yoğurt ve dolmuş kelimesinden başka biraz da onlar bizim kültürümüzden bir şey öğretsek ne güzel olur değil mi ? .
*Ancak şu da var ki, hayvan hakları savunucusu dernekler arasında ciddi anlaşmazlıklar var. Bunun da harekete ciddi zarar verdiği belirtiliyor. Bir ayı yüzünden iki saygın derneğin kavgası uzun süre medyayı meşgul etmişti. Neden anlaşamıyorlar? Nereden çıkmıoştı bu ayı kavgası?
Ankara’da hayvansever (! ) bir dernek 20 yıla yakındır zavallı bir ayıyı tek başına küçücük bir alanda , bir köpek barınağı içinde tutuyor. Ne bu yaban hayvanın başında uzman bir veterineri var , ne hemcinsi olacak arkadaşı. Merkezden nerdeyse 50 km uzakta izbe bir yerde. Zavallı hayvanın bakıcıları bile işin uzmanı olmayan gelip geçici işçiler. Oysa Orman bakanlığının Uludağ üniversitesi kontrolünde Karacabey’de tam 110bin metrekare yemyeşil harika bir ormanda diğer mağdur ayıların da yaşadığı sırf ayılar için tahsis edilmiş kocaman doğal yaşam alanı var. Orada 56 ayı mutlu bir şekilde uzmanlar kontrolünde yaşıyor.
Biz Haytap olarak önce üniversiteye sorduk Ankaradaki bu ayının alınması uygun olur mu diye ? Üniversite hemen alınması gerekir diye rapor hazırladı. Bakanımıza söyledik alalım bununla ilgili rapor var diye , bakan önce “olur” dedi yazılı talimat hazırladı ; ama bakanlıklta çalışan müsteşarlar Veysel Eroğlunun fikrini bir şekilde ikna edip değiştirdiler.
Düşünebiliyor musunuz bir bakanlık yurtdışından bile gelen uzman kuruluş tesbitlerine rağmen , bu işin doğru olmadığını söyleyen üniversiteye rağmen , ayının nerdeyse bir yirmi yıl daha orada demir kafes arkasında kalmasını istedi. Bakanın kararı değişti.
Ben o nedenle artık bakan beyin değil ama bakanlık görevlilerinin “hayvan” kelimesini bile duymak istemediklerini düşündüğümüz bir bakanlıkla karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum ki aslında bu asli işleri. Hatta kimi aklı evvel sadece köpeksever dernekler de sırf bize husumetleri nedeniyle imza toplayıp ayı demir kafes arkasında tek başına mutludur diye imza topladılar. Dünyadaki bu işe gönül vermiş uzmanlar ise nasıl bir havyansever dernek bu diye güldüler. Hangi hayvan hakkı aktivisti ayının demir kafes arkasında hele bu koşullarda kalmasını ister diye yazıp dalga geçtiler.
Biz de tüm bu gelişmeler üzerine bu bakanlığa karşı iki yıl önce dava açtık , mahkeme keşif yaptı ve davayı kazandık.
Bakanlık ne yaptı biliyormusunuz ? Dosya içindeki bilrikişi raporuna ve mahkeme kararına rağmen , dosyayı temyiz etti. 110 bin dönüm alana gitmesin , tek başına özel mülkiyette yaban hayvanı kalsın mahkeme de rapor da hatalıdır dedi.
Şu anda danıştay sonucunu bekliyoruz. Büyük olasılıkla karar onanacak. Tek derdimiz o zavallı ayıcığın ölmeden önce bir kere arkadaşları ile beraber ağaç görmesi , arkadaşlarının yanına girmesi , koşması, toprağa basması. Oraya gittiği gün zavallı ayıcığa göz yaşları içinde “başardık dostum , başardık diye “ sarılasım var.
*Yazlık bölgelerin en büyük sorunlarından biri yazın bakılıp kışın terkedilen hayvanlar. Bunun için sizin öneriniz ne? Yasa ne getiriyor?
Yasa bu konu için idari para cezalarını artırdı. Bu olumlu bir gelişme olarak değerlendirilebilir. Ancak önce toplumda tasa oluşturmanız gerekiyor. Biz bakanlığın yapmadığı kadar sınırlı bütçemizle kısa filmler , afişler , eğitim çalışmaları , kampanyalar yapıyoruz. Elimizdeki olanaklar bağışlar ise o kadar sınırlıki. Kurumsal çalışmaya inanmadığı için bağışçı sayımız yok denecek kadar az. Herkes kapısının önündeki hayvana bakmayı yeterli görüyor. Ama onunla bu davayı , bu makro çalışmaları yapamazsınız. Tek ciddi gelir kaynağımız ise www.haytapshop.com diyebiliriz.
Halbuki bakanlığın yetkisi , etkisi , bütçesi gönüllü bir stö olan HAYTAP ile kıyaslanamaz bile. Onlar bu çalışmaları , bilinçlendirmeyi yapsalar , mikroçiplemeyi teşvik etseler, petshoplar yerine bakımevlerinden sahiplenmeyi kısa filmlerle anlatsalar , kamu spotlarına prime timelarda çıksalar , okullara görseller , tiyatrolar yollasalar ciddi aşamalar kaydederiz. Bu konuda yasadan önce tasayı oluşturmamız gerekiyor.
Bakanlığa bu konuda da gönüllüler olarak kucağımızı açıyoruz ama artık bu konuda da aldatılacağımıza inanmaya başladım.
*Çok sayıda gönüllü var, bu gönüllülerin kimisi de kendisini adamış kişiler. Bu kişilerin koordinasyonu zor olmuyor mu? Belediyeler ve gönüllüler arasında kimi zaman şiddete varan gerginlikler olduğunu duyuyoruz.
Şimdi bakın. Gönüllülerin çoğu örgütsüz. Bir disiplin altında bir kural hiyerarşisine tabi olmak istemiyorlar. Devletin makamı da bu insanları zırt pırt her gün değişen yeni fikirleri ile görmek istemiyor. Çünkü gönüllüler maalesef ne mevzuat konusunda ne de sivil toplum örgütlenmesi konusunda bilinçli değiller. Herkes kızılderili reisi. Herkes kendi aklını beğeniyor. Bunun tek yolu devletin karşısına da bir isim olarak doğru net bir politikayla gitmek ve o şekilde talepte bulunmak . Ayşe başka söylüyor , o gidiyor Fatma gelip başka diliyor. Bunun adı gönüllülük değil , başı bozuk ordu gibi olmak. O zamanda olan zavallı hayvanlara oluyor. Yani hayvan hakkı savunuculuğu kedi köpek beslemekten çok öte bir felsefe. Kuru mama veririm , veterinere köpek taşırım aşamasında kalan sadece duygularını kullanabilen hayvansever olarak kalıyor. Beynini de kullanabilen hayvan hakkı savunucusu olamıyor. Hayvanseverle ise tüm bu yukarıda anlattıklarımı yapmanız mümkün değil.
*Daha çok kadınların ağırlıklı olduğu bir hak savunuculuğu gibi görünüyor. Kimilerine göre bu kadınların daha anaç olmaları ile ilgili kimilerine göre ise aile hayatında mutsuz olan, yalnız kadınların bir sığınma arayışı.
Ben öyle düşünmüyorum. Erkekler de çok var. Ama onlar bu örgütsüzlük içinde kendilerine yer bulmakta zorlanıyorlar. Fakat dünyada tüm hareketler kadınlarla kazanıldığından , ben bu harekette de başarılı olacaksak onlarsız bir devrim düşünemiyorum. Sonuçta biz cinsiyetten öte , beynini kullanabilen , takım çalışmasına yatkın insan , disiplinize olabilen insanlarla bir şeyler yapabiliyoruz.
Hayvan sevmeyen insan da sevmez klişesi doğru mudur? Pekçok hayvan bakan ama insan sevmeyen kişileri de görüyoruz.
Genel olarak doğru diyebilirim. İnkar edecek halim yok. Bu bahsettiğiniz insanlar o kadar çok hayvanlara zulme tanık olmuşlar ki , bu insanlardan o kadar çok kazık yemişler, devletin kurmlarına yaptıkları şikayetler o kadar çok geçiştirilmişki , insanın kendi eliyle hayvanlar üzerinde bile kurduğu bu adalet sistemine , bu düzensizliğe isyan ediyorlar. Halbuki sorunun çözümü çok basit. Fakat biz insanoğlu işi iyice çıkmaz hale sokuyoruz. Düşünsenize hayvana tecavüz eden bir insanı mahallede barındıran ve çocuğunuzun orada oynamasına okul gittiğiniz bir sistemde , adam elini kolunu sallayrak mahkemeye çıkmadan geziyor. Ama hayvanın sonu ise sanki kuyruk salladı diye ölüm kampı hayvan bakımevleri.
*Hayvan sevgisi gelir düzeyi arttıkça mı artıyor?
Buna kesinlikle katılmıyorum. Gelir düzeyi değil de belki de insanlar da görgüsüzlük , sonradan görmelik arttıkça bu daha çok süs hayvanları , marka hayvanların alımına doğru yöneliyor. Oysa çoğu parasız insanın, sokaklarda kağıt toplayan insanların yanında baktığı hayvanları da görebiliyorsunuz. Bizim sokak hayvanları takvimimizde bile bu insanların fotoğrafları ile dolu. Gelire bu işi indirgememek lazım. Bir hayvanı süs havyanı oalrak sevmek değil , doğal ortamı içinde onun haklarına saygı duyan insanın gelir düzeyi değil ahlaki ve vicdanı daha öne çıkıyor.
*Yoksul mahallelerde ya da kırsalda insanlar hayvanlarla bir arada yaşıyor. Ancak şehre gelince istemiyor… bu nasıl bir sosyolojik durum?
Çünkü havyanı hayatından atınca şehirleştiğini sanıyor. Apartmana gelince hayvan olmaz , uygarlaştım diye düşünüyor. Ama aynı insan sokağa tükürüyor , arabasında müziğin sesini sonuna kadar açıyor , sarı ışıkta kornaya basıyor. Uçan kuş haricinde tüm hayvanlar köyünde kalması gereken , hiçbir rant geliri olmayan mahluklar. Halbuki çocuğunu paralı özel okullara verip iyi eğitim alabileceğini düşüneceğine , bir hayvanla beraber büyütse belki okuldan alamayacağı bir çok boşluğu dolduracağını öngöremiyor.
Son dönemde tavuk inek gibi hayvanlara yönelik cinsel saldırılar da arttı. Bunu nasıl açıklıyorsunuz? Bunun sosyal dinamiklerinde hangi dürtüler bulunuyor?
Son dönemde artmadı. Bu hep toplumumuzda vardı. Sadece basın bunu önplana çıkarmıyor , gülüp geçiyor ve istisnai olay sanıyordu. Halbuki ülkemizde çok yaygın bir sapıklık bu. Cinselliğini yaşayamamış , kız elini tutmamış , gelenekler , mahalle baskısı ve dini nedenlerden dolayı bu dürtüsünü bastırmış kişi , gücü yettiği konuşamayan hayvan üzerinde ihtiyacını ! deniyor. Yakalanırsa mahkemeye de çıkmıyor , yani sabıka kaydına da hayvanın ırzına geçmiştir de yazmıyor.
Dolayısıyla aynı kişi iki saat sonra size bir lokantada servis yapıyor. Çünkü işe alınırken sabıka kaydında gözükmeyen bir “kabahat” var. Tıpkı kapalı alanda sigara içtiğinizde ya da nara attığınızda , dilencilik yaptığınızda mahkemeye çıkmamanız , savcının bu kişi hakkında iddianame hazırlamaması gibi. Hayvana tecavüz suç olarak kabul edilmiyor. Çocuklarınız da o servis şöförüyle okula gidiyor. Hiçbir bakanlık da bu çarpık sistemi biz uyarmasak yıllardan beri görmüyor. Avrupa Birliğini bu konuda örnek almıyor.
Kutsal damacana hadisesi ise bunun biraz daha modernize edilmiş hali belki !
*TBMM’deki siyasi partilerin konuya bakışları nasıl?
Kimse örneğin yasa önerilerimize bugüne kadar bu gerekçelerimizi sunduğumuzda itiraz etmedi. Hepsi samimi yaklaştı. Büyük bir kısmı da hayvanı seviyor. Eminim.
Ama çoooook uzaktan. Belki yüzyıllarca uzaktan.
Eskiden siyasetçiler hayvanlarla ilgilenmeyi hafiflik sayarlardı, bu durum kırıldı mı?
Olur mu hiç ? Büyük bir kısmı azıcık ortaya laf olsun diye yem atın ve av muhabbeti yapın bakalım , saatlerce gençliklerinde köylerde dağlarda havyanları nasıl öldürdüklerini ballandırarak anlatırlar. Belediye başkanlarına sorun, en önemli projeleri şehirlerine hayvanat bahçesi yapmak olduğunu söyleyeceklerdir. Aday siyasilere sorun hemen sirk gelsin aslanlar ateş çemberinden geçsin çocuklar eğlenmeli seçmen oy vermeli derler.
Hangi otelde kalıyorsunuz diye sorun. Yunus olsun bir iki havuzunda , şöyle baktığımızda hareket olsun diyeceklerdir.
Evlerinde görmedim ama şömine önünde de kesin ayı postu vardır. Hani sevişirken romantizm olsun diye.
Hiç hafife alırlar mı ?