HAYVAN HAKLARI TARİHİ

Hayırsızada’dan Ders Çıkartmak İstemediğimiz Sürgün !

3 Haziran 1910 de dönemin Belediye Başkanı Suphi Beysoyundu’nun talimatıyla on binlerce köpek İstanbul sokaklarından toplanarak kafeslere koyulur ve daha sonradan adı Hayırsız Ada olarak anılacak Sivriada’ya sürgüne gönderilir

 

Bu, Türkiye tarihindeki en büyük, en acımasız, en işkenceli toplu köpek itlafı olacaktır. O günkü İstanbulun Anadolu Yakasında bugünkü gibi yoğun yerleşim olmadığı gibi ana nufusun olduğu yer ağırlıklı olarak Avrupa Yakasında olduğundan toplanan köpekler de Suriçi ve Beyoğlu bölgesinden olsa gerekir.  O yüzden belediyeden çıkan emir üzerine köpek toplama ekipleri tarafından özel dev kerpetenlerle hayvanları neresinden yakalarlarsa orasından tutar, yine özel köpek toplama arabaları aracılığıyla sahil semti Tophane’ye getirirler. Oradan da Hayırsız Ada’ya iki ay boyunca sürgün aşaması başlar. Daha önceki sürgünlerden farklı olarak köpekler adaya bu sefer kesin gidiş yapar ve bir daha geri dönmezler. Orada açlık ve susuzluğa terk edilip unutulurlar.

Oysa bu masum bakışlılar 1910’a kadar İstanbul’da kendi sokaklarında bakılarak bizimle öyle ya da böyle -ev içine dâhil olmamışlardı ama- beraber yaşamaktaydılar. Dönemin birçok kartpostalında onların doğrudan objektif için poz verdiği anlara dahi tanıklık edebilirsiniz.

Aynı yıllarda Avrupa’da ise parfüm/kimya sanayisi için katliamlar çoktan başlamış, sokaklarda tek köpek kalmamıştır. Fransızların fırsatı değerlendirip bizim idarecilere bir öneri getirdiğini de bu yıllarda görüyoruz : “İstanbul’un sokak köpeklerini toplayıp bize satın.” Fransa ile anlaşma imzalanır. Ancak halk köpekleri vermez, direnir. Her köpek kendi sokağının bir sakini gibidir. Halktan destek gelmeyince bu işler paraya muhtaç olan insanlara, haydutlara, serserilere , işsiz güçsüzlere havale edilir. Toplama sürerken halk isyan eder, gemiyle Fransa’ya gönderilmek üzere sahil semti Tophane’de bekletilen binlerce köpeği bir baskın yaparak kurtarır. Ancak hükûmet bir kez Fransa ile anlaşma yapmıştır ve bu işten vazgeçmesi mümkün değildir. Daha kapsamlı, daha organize bir toplama işi başlatılır. Kısa sürede İstanbul sokaklarından yaklaşık 80 bin köpek toplanır ve Tophane’de bekletilir. Halkın bir kez daha hayvanları kurtarmaması için başlarına asker dikilir.

Fakat Fransa’dan bir türlü yükleme talimatı gelmez. Köpeklerin beslenmesi ve bakımı sorun olmaya başlar. Fransa’dan yanıt gelmeyince hükûmet köpeklerin fiyatını indirir, sonra bedavaya vermeye bile razı olur ama Fransa’dan çıt çıkmaz. Köpekleri artık Tophane’de bekletme olanağı yoktur. Fransa daha sonradan bu anlaşmayı fesih ettiğini, köpekleri almayacağını bildir. Kentten uzak bir yer, Marmara Denizinde bulunan bugünkü Sivriada seçilir. Yaklaşık 80 bin gariban köpek Sivriada’ya teknelerle 3 Haziran 1910 itibarıyla nakledilir. [1]

   Hayvanlar her ne kadar adada bırakılsa da merhamet ağır basar ve hayvanlara günde iki kere su ve ekmek götürmek için kayıkçılar görevlendirilir. Ancak birkaç yıl sonra çıkan Balkan Savaşı nedeniyle bütçe kesintisi yapılacak, güneşin altında aç ve susuz kalan hayvanlar birbirlerini yemek zorunda kalacaktır.

  İstanbul’da rüzgârın Kadıköy-Bostancı sahiline doğru estiği zamanlarda köpek ulumalarının kentten duyulduğunu biliyoruz. Durum basının da ilgisini çekince Servet-i Fünun muhabiri herkesin bildiği o meşhur fotoğrafı Karabatak imzasıyla yayınladığı haberinde adadaki korkunç koku ve sinek istilası ile yayınlar. Muhabirin bahsettiği en ilginç kısım ise: “Adanın kayalık tepesinde sıralanmış ve hepsinin kafaları İstanbul yönüne çevrilmiş, kıpırdamadan sürekli o tarafa bakan köpeklerin görüntüsü!” dür.

   Dile kolay yüzlerce değil , on binlerce köpek 1910lu yıllarda açlıktan ve susuzluktan bu ıssız adada can verir. Zavallıcıkların acı çığlıkları Anadolu Yakası sahillerinden duyulur, sabaha kadar dinmez.15 Ölümler başlayınca, 2-3 yıl boyunca tüm Anadolu sahili kokudan yaşanmaz hâle gelmekte gecikmez. İstanbul halkı bu suçtan dolayı çok üzgün, çok çaresiz kalır. Pek çokları sahildeki evlerini kapatır. Zavallı masum köpeklere dokunmanın büyük bir lanete yol açacağı düşünülür. Sonunda o lanet 1912 yılında deprem olarak gelir. Büyük deprem köpeklerin ahına, günahına bağlandı. Sivri Adanın adı da o günden sonra Hayırsız Ada olur . 

  Köpeklerin Türklerle beraber İstanbula geldiğinden yukarıda bahsetmiştik. İşin ilginç yanı bu köpekler şehirden ancak giderse Türkler de şehirden gider özdeyişi gerçek olur ve köpeklerin gitmesi ile hemen sonraki yıllarda İstanbul yabancı güçlerin işgali altına girecektir.

   Bu olaydan sonra adı daha sonradan Hayırsızadaya  dönüşecek olan Sivriada, Marmara Denizi üzerindeki Istanbulun turistik adaların (Sedefadası -Büyükada - Heybeliada - Burgazada- Kınalıada sırasının) hemen güneybatı yönünde, İmralı Adasına komşu, bugün ise üzerinde kimsenin yaşamadığı,  doğru dürüst ağaç bile olmayan, martılardan başka misafiri bulunmayan küçük, sivri kayalıklarıyla üçgen gibi göğe yükselen ıssız bir adadır. 

   Bugün , Istanbulda Zincirlikuyu istikametinden Barbaros Bulvarı üzerinden  Beşiktaş’a doğru inerken , Yıldız civarında Marmara Denizinin ortasında ağlayarak duran ,  tepesi üçgen gibi  Sivri bir ada gözükmektedir. İşte orası Hayırsızadadır. Her gün İstanbullulara aslında tek başına bakar , yaşadıklarını anlatır fakat kimse farkında onun meşhur zulum  adası olduğunun farkında dahi değildir.

 

Bu kitabın yazarı ve HAYTAP’tan on kişilik bir ekip tam  3 Haziran 2018 tarihinde bu zavallıları anmak için Hayırsızada’ya bir tekne tutarak gittiler ve onlardan özür dilemek için HAYTAP bayrağını adanın yüksek bir tepesine dikip saygı duruşunda bulundular.  Haber ertesi gün Hürriyet gazetesinin birinci sayfasından yayınlandı, yapılan kısa film sosyal medyada patladı, bu olayı bilmeyen birçok kişi de tarihimizdeki bu acı olaydan haberdar oldu.

Ahmet Kemal Şenpolat

111 Soruda Hayvan Hakları Kitabı

Hayvan Hakları Tarihi Bölümü