BASINDA HAYTAP

Camın arkasında ‘can’ satılmamalı

12 yıldır 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun değişmesi için çabalarken, kaçak hayvan ticareti ile petshoplara karşı mücadele veren HAYTAP Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Kemal Şenpolat’la, çok tartışılan petshoplarda hayvan satışını ve büyük kentlerdeki sokak köpeği sorununu konuştuk.Hayvan Hakları Koruma Kanunu’yla ilgili değişiklikleri içeren yasa tasarısı önerisinde oldukça mesafe katettiklerini belirten Şenpolat, şöyle diyor: “Geçtiğimiz günlerde durumu tekrar Cumhurbaşkanına kadar ilettik. Gündemin yoğunluğundan, yasalaştığını sandığını söylemiş. Meclis’te sadece eller kalkacak aşamasındayız. Birkaç menfaat grubu dışında kimsenin karşı çıktığı yok, siyasi iradenin tamamı bizden yana.

Ama takıldı kaldı. Bu aralar sanırım öne çekmek için biraz daha fazla çalışmamız gerekiyor.

 

Çünkü bugüne kadar Ankara’nın önüne getirilmiş en masum istek bu! Ama yine de camın arkasından can satılmadığı günlerin yakın olduğunu müjdelemek istiyorum.

HAYTAP olarak, uzun süredir 5199 sayılı yasanın değişmesi için çabalıyorsunuz. 2012 yılında başbakanlığı döneminde Cumhurbaşkanı Erdoğan’la bu konu üzerine iki saat süren bir toplantı yapıldı. Siz de “Bu Türkiye’de ilk defa oldu” dediniz. Üzerinden dört yıl geçmiş, Nasıl bir engel var karşınızda?

 

HAYTAP biliyorsunuz bir sivil toplum örgütü. Yani kâr amacı gütmüyor. Gönüllülerin ruhu ile ayakta ve yaşıyor. Herkes kutsal bir davaya inanmış. Ama HAYTAP’ı sevmeyen bir çok menfaat grubu var. Örneğin petshoplarda hayvan satanlar, hayvanları merdiven altı doğurtup internet ortamı dahil üretenler, hayvan dövüşçüleri, yunus parkları işleticileri gibi. Biz onların düzenine son 12 yıldır çomak sokuyoruz. Bir de o kadar dinamik bir ülkede yaşıyoruz ki gündem sürekli değişiyor. Tam ateşi harlıyoruz, konuyu gündeme getiriyoruz, bir anda ülkedeki dengeler değişiyor hoooop 869. sıraya düşüyoruz yeniden.Dediğiniz gibi başbakanla bile, sanatçı arkadaşlarla Dolmabahçe’de görüşme de yaptık. Daha sonrasında 4 siyasi parti de bizim de katıldığımız basın toplantısında hemfikir olduklarına dair beyanatta da bulundu. İmza attı. Sonunda genel kurul aşamasına geldi.

ÜLKENİN GÜNDEMİ O KADAR YOĞUN Kİ CUMHURBAŞKANI YASALAŞTI SANIYORMUŞ

 

Geçtiğimiz günlerde durumu tekrar Cumhurbaşkanına kadar ilettik. Gündemin yoğunluğundan, yasalaştığını sandığını söylemiş. Meclis’te sadece eller kalkacak aşamasındayız. Fakat her lobi kurumunun her siyasi partinin önceliği farklı mecliste. Bizimkisi de bu öncelikler arasında kendisine son bir kez daha yer bulmaya çalışıyor. Birkaç menfaat grubu dışında kimsenin karşı çıktığı yok, siyasi iradenin tamamı bizden yana. Ama takıldı kaldı. Bu aralar sanırım öne çekmek için biraz daha fazla çalışmamız gerekiyor. Çünkü bugüne kadar Ankara’nın önüne getirilmiş en masum istek bu! Ama yine de camın arkasında can satılmadığı günlerin yakın olduğunu müjdelemek istiyorum.

HAYTAP olarak yaptığınız açıklamalardan ve yine diğer hayvan hakları savunucularının söylemlerinden anladığımız kadarıyla söz konusu yasada, en büyük sorunun hayvana zarar veren kişinin kabahatler kanunu çerçevesinde cezalandırılması ve hayvanların mülkiyet gibi görülmesi konuları geliyor. Sizin bu yasayla ilgili önerileriniz neler?

Yurtdışında yapılan bir çok araştırmada bu kişilerin, başka insanlara kötü muamele yapmadan önce ilk deneyimlerini hayvanlar üzerinde yaptıkları bir gerçek. Adli tıp açısından da bu kanıtlanmış. Yani biz burada hayvan hakkını savunurken aslında bir sonraki aşama olan çocuğun, engellinin, kadının, yaşlının yani toplumdaki zayıf halkanın hakkını savunuyoruz. Derdimiz bir hobi tatmini peşinde gezen insanların bir güdüsünü tatmin değil. Derdimiz aslında insan hakları. Yani insana gelmeden önce potansiyel suçluyum diye bağıran insanı teşhis edebilmek. Tedavi altında aldırmak gerekiyorsa ceza aldırmak.Yasanın çıktığı 2004’ten beri yasanın kabahatler kanunu kapsamından çıkması için uğraşıyoruz. Bu işin son aşamasını Dolmabahçe sarayında başbakanla yaptığımız toplantı damga vurdu. Eğer bir STK çalışmasını bu kadar disiplinize bir şekilde yapmasaydık konusu “hayvan” olan bir sorunu oraya kadar çıkartamazdık.

 

HAYVENSEVERLİK ZAMAN ZAMAN HAYVANSEÇERLİĞE VARABİLİYOR

Hayvansever olmakla hayvan hakları savunucusu olmak aynı şey mi yoksa aralarında farklar var mı?Hayvan hakları savunuculuğu bir gruba ait olmak değil, bir duruşa sahip olmaktır. “111 Soruda Hayvan Hakları” kitabımda bunu detaylı anlatıyorum aslında. Hayvanseverlik ise sadece belli tür hayvanları seçmek ve onları sevmektir. Halbuki hak savunuculuğu, bana göre sevmekten daha öte kutsal ve daha büyük kavramdır. Bir tanesi hak ile hukuk ile ilgilidir diğeri tamamıyla bir duygu belirtisi. Hatta sadece kendi kedive köpeğini sevip, bu hayvanları başka hayvanlarla dövüştürenler bile kendi hayvanlarını deli gibi severler. Hayvanat bahçelerinde yaban hayvanı kolleksiyonculuğu yapan idareciler obsesif olarak kendi hayvanlarına takıntılıdırlar. Yani sokaktaki kimsesiz köpek, yaralı bir martı, hapis bir maymun ya da yunus veyahut sirkte eziyet gören aslan umurularında olmaz. İkisi arasındaki temel farklardan bir tanesi,  zaman zaman hayvanseçerliğe kadar yaklaşırken, diğeri onların haklarının savunması için mücadele eden arkadaşlarımızı daha çok tarif ediyor. HAYTAP’ta da biz zaten havyanseverlerle ya da hayvanseçerlerle değil, hayvan hakları savunculuğuna inanmış arkadaşlarla ekip oluşturmuş durumdayız.Sokak köpeği konusunda çeşitli görüş ayrılıkları var. Toplanması, kısırlaştırılması ve barınaklar konusunda özellikle.

 

Siz de belirli limitler dahilinde sokak köpeklerinin şehirlerde bizlerle yaşayabileceğini savunuyorsunuz. Fakat, bu limiti belirlemek zor değil mi? 10-15 köpeğin bir arada sokakta dolaşması tehlikeli durumlara sebep olmaz mı. Özellikle geceleri ve de çocuklar açısından?

Sosyalleşmiş, bizimle beraber yaşayan sokak hayvanına dokunmayacaksınız. Zaten onların ömürleri en fazla 3-4 yıl. İnsan avantajlı ırk olabilir ama üstün ırk değil. Fakat buradaki tolerans limiti de bir sokakta 40-50 kedinin yaşaması, apartman dairesinde 20-30 köpeğin beslenmesi değil. Diğer insanların hakkına da uymanız onları da, besleme dürtünüzü yerine getireceksiniz diye rahatsız etmemeniz gerekiyor. Tüm sorun kimsesiz hayvanların kısırlaştırılmaması, mikroçiplenip kayıt altına alınmaması ve üretim çiftliklerinin kontrolsüzce terier, golden, cocker, kurt gibi marka cinsleri üretmesi. Devlet bu konuda samimi adıp atıp üretimi kesmek için değil, hayvanların dağa taşa atılması, öldürülmesi için politika üretmeye daha meyilli. İşte STÖ’lerin gücü de burada ortaya çıkıyor. Eğer STÖ’ler güçlü ise örneğin belediyeler yapmaları gereken görevi yapıyorlar. Kısırlaştırma yapmaktan, rehabilitasyon merkezi açmaya, hayvanlara ambulans hizmeti vermeye hatta en basitinden işini bilen ehil veteriner hekim istihdamını yapıyorlar. Ama onlara baskıyı doğru bir şekilde yapmazsanız, parti ayırımı farketmeksizin her konuda olduğu gibi kendi aklının üstün olduğunu dayatıp onu uyguluyor. Bir önceki kuşaktan hayvanların zehirlenmesini öğrendiyse aynı kafada gidiyor. Halbuki popülasyonu kontrol altına almak istiyorsanız öncelikle gümrüklerden kaçak girişi durduracaksınız, internetteki petshopları, AVM’lerdeki camın arkasındaki canların satışını en az 10 yıl süreyle sınırlayacaksınız. Zaten bunu yaparsanız 10 yıl sonra caddelerde trafik kazası geçirmiş hayvanlar görmezsiniz. Sokaklarda sürülerle dolaşıp agresfileşen hayvanlara rastlamazsınız. Aslında çözümün maliyeti sorunun külfetinden daha ucuz.

ALPLER’İN ST. BERNARD KÖPEĞİ MARMARİS’TE SOKAK KÖPEĞİ OLUYOR

Neden 10 yıl? Siz tamamıyla kapanması gerektiğini savunmuyor musunuz?

 

Bizim teklifimizde petshop satışı ya da internet üzerinden satış, kaçak üretim çiftlikleri kesin yasak. Bu yavru canlar bavullar, poşetler içinde havasız ortamlarda yurda kaçak olarak sokuluyor. Petshoplara geldiğinde ise bu köpekler zaten yavru olmalarının getirmiş olduğu sevimlilikle hemen satılıyor. Satılamayan yavrular zaten sokaklarda. Satılanları da benzer akıbet bekliyor aslında, sonra bir bakıyorsunuz İsviçre Alpleri’nde yaşaması gereken St Bernard köpeği Marmaris’te sokak köpeği olmuş. Neden? Sahibi bakamamış. Yavru iken zevkini tatmış. Canı sıkılmış. Tüyü var, pisliği var, komşum istemiyor, çocuğum bakamıyor diyerek sokağa atmış. Kesinlikle bunun engellenmesi lazım. Ama petshoplar dışında üretim çiflitkleri var. Örneğin van kedisi, kangal köpeği, çatalburun hayvanlar gibi. Anadoluya has menşeili hayvanlar. Yasal ve kontrollü olanların da sayısı az olunca sorun olmayacak. Ama 10 yıl içine bunları bile almak lazım. Çünkü tam denetim yok. Yani tam anlamıyla her şeyi durdurmak yasaklamak kaçak ve kontrolsüz üretimi patlatır. Biz yine de üretim çiftliklerini dahi 10 yıl boyunca sınırlarsak sahipsiz hayvan popülasyon büyük ölçüde kendi ortamında düşecek. Bu şekilde yaklaşmak lazım.Buralarda vitrin arkasında neler yaşandığını bilmiyoruz göremiyoruz.

Yetkililer yeterince denetim yapıyor mu?

Özellikle yurda giren kaçak hayvan ithalatının önü kesilmediği sürece ve bunlara talebi körükleyen pet-shop’lar sıkı bir şekilde denetlenmediği sürece (hatta bunlara gelişi güzel ruhsat verildiği sürece) yapılan çalışmalar aslında küçük iyi niyetli hareketler ve akıntıya karşı kürek çekmek olarak kalacaktır.Çünkü hayvan popülasyonu, bir şekilde kontrol altına alınmaz ise tüm yapılan çalışmalar boşa gidecek, onların hakları korumak da savunmak da zorlaşacaktır. Bunları satan ne petshoplar ne de internet siteleri denetlenmektedir. Ve yargılamalarda kaçakçılık yasası maalesef olayı münferit suç olarak yorumlamaktadırlar. Halbuki bu iş çok büyük ciddi bir pazardır ve organize kaçakçılıktan bu kişiler yargılanmaları gerekir. Yurtdışından bu şekilde Hayvan ticareti 10 yıl boyunca, hayvan popülasynu kontrol altına alınana kadar, kesinlikle yasaklanmalı, diğer tedbirlerle ve aşılama, kısırlaştırma, micro chip – kayıt altına alma gibi yöntemler mutlaka uygulanmalı kimin hangi hayvana sahip olduğunun envanteri olmalıdır. Böyle yoğun kayıtsız belgesiz hayvan ticaretinin olduğu ülkemizde kaç hayvan olduğunu kimse çıkıp da söyleyemez.Sizin çabalarınızla son zamanlarda kapatılan petshop oldu mu? Aslında çok sayıda var. Fakat kendilerine çok iyi kamufle ediyorlar. Örneğin köpek satın alan birisine kuş yemi faturası veriyorlar, olası defolu hayvan durumundan kendilerine dava açılmasın diye. Menşei şehadetnameleri sağlık karneleri olmadan şark usulü işlerini hallediyor, denetim mekanizmasından kurtuluyorlar. Biz durumu ilgili bakanlıklara ve Maliye’nin kaçak hayvan ihbar hattına bildiriyoruz ama işte devletin memuru da kendilerine ekstra iş çıkarttığımızı düşünerek bizim kadar olayı sahiplenmiyor. Zaten her zaman dediğim gibi en büyük sorunumuz devletin yüreği katmerleşmiş vicdanı zamanla törpülenmiş cesaretsiz ve konuya tamamen ilgisiz memurunu koltuktan kaldırmaya ikna ile zaman geçiyor. Bilgililer ilgisiz, ilgililer de bilgisiz durumu halen devam ediyor. Bu işleri yapması gereken devletin ilgili memurunda zamanla doğan alışkanlık verdiği rahatlık, montonluğun doğurduğu bıkkınlığı yeniyor havyanlarla ilgili yapması gereken asli görevi yerine getirmiyor.

 

PET SHOPLAR ADINA LOBİCİLİK YAPAN BELEDİYE BAŞKANLARI VAR 

Kendi siyasi partisi, yasa tasarsına onay verdiği halde, belediye başkanı olarak Ankara’ya gelip ‘yunus parkları kalkmasın’, ‘petshoplarda hayvan satışı devam etsin’ diye gelen belediye başkanları var. Kendi partisini bile aşıp utanmadan parti meclisinde lobicilik yapıyor, bizleri ve taslağı kötülüyorlar. Komplo teorisine inanmaya dünden razı kimi hayvanseverleri bile yasa taslağındaki cümleler arasında hayvanların uyutulacağı, bu işten para kazanacağımız gibi gizli cümleler olduğunu söyleyip onları da bize karşı kışkırtıyorlar.

 

BİR GÜN DOĞA HAKLARI MAHKEMESİ KURULACAĞINA İNANIYORUM

Mevcut yasa tasarısı yasalaşırsa, öncelikle sahipli hayvana eziyet halidne verilen ceza ile sahipsiz hayvana verilen ceza eşitlenecek. İkisi de yargılama konusu olup 4 aydan 3 yıla kadar ceza gelecek. Ben bir gün doğa hakları mahkemesinin bile bu ülkede kurulacağına inanıyorum. Ama bunlar kendiliğinden gelmiyor. Bizlerin doğru ve nitelikli insanlarla daha çok baskı unsuru yaratması daha çok lobicilik yapması gerekiyor.

 

TAVAN AKIYOR BİZ YERLERİ TEMİZLEMEKLE UĞRAŞIYORUZ

“Bir çift kısırlaştırılmamış köpekten 6 yılda ortalama kaç köpek ürer, eğer kontrol etmezseniz biliyor musunuz? 60 bin. Bunu bildikleri için de hâlâ zehirliyorlar ya da hücre evini aratmayan barınaklara bu hayvanları istifleyip orada can çekişerek ölmelerini bekliyorlar. Toplu zehirleme ya da vurarak kent ortasında katliam eğer bir çözüm olsaydı bugüne kadar başarılı olunmaz mıydı? Öldürmeye başladığınızda doğa yasası gereği bir batında 4-5 tane yavru yapacak hayvanın kendi türünü korumak için bu kez bir batında 10-12 yavru doğurduğunu biliyor musunuz? Yani itlaf ederek sorunu çözemiyorsunuz. Yani oturduğumuz evin tavanından şarıl şarıl su akıyor, bizler ise yeri temizlemeye çalışıyoruz.

  • Camın arkasında ‘can’ satılmamalı
  • Camın arkasında ‘can’ satılmamalı